Habib Arvas


AÇLIK VE ORUÇ

Bir önceki yazımızda Ramazan ayına kavuşmaktan duyduğumuz mutluluğu sizlerle paylaşmıştık.


Bununla beraber Ramazan ayının birçok açıdan bizler için bir eğitim kurumu gibi olduğunu zikretmiştik. Bu haftaki yazımızda sizlere geçen hafta bahsettiğimiz başlıkları biraz detaylandırmak isterim.

Ramazan ayına mahsus olan farz orucun irade terbiyesi için bir vesile olduğunu belirtmiş ve konuyu fizyolojik dürtüler (istekler) açısından ele almıştık. Evet, oruç fizyolojik olarak zaaf duyduğumuz birçok hususta bizleri teslimiyet şuuru içinde terbiye eden bir ibadettir. Rabbimizin bizi sorumlu tuttuğu ibadetler yüce Allah’ın huzurundaki aciziyetimizi görmek için birer vesiledir. Evet, insanoğlu âciz bir varlıktır ve ibadetler ona acizliğini hatırlatır.

Namaz kılarak secdeye giden insanoğlu yeryüzünde böbürlenerek yürümekten, zekât vererek paylaşan insanoğlu içinde biriktirme hırsını törpüleyerek dünyalık sevgisinden, hacca giderek dünyanın her yanından gelen yabancı din kardeşleriyle bir arada olan insanoğlu böylece sınıfına göre insanları hor görmekten kendini alıkoymuş olur. Oruç da fizyolojik zaaflarının pençesinde kıvranan insanoğlunu belirli bir ölçü arasında şuurlu bir teslimiyetle terbiye eder. Bu terbiyeden maksat insanı şuursuz bir açlığa mahkûm etmek değil sistemli bir kaçınmayla şuurlandırmaktır.

Her Ramazan’da gündeme gelen trajikomik bir mesele vardır: “Oruç tutmak aç kalmak demektir. Aç kalanlar ise bünyelerine zarar vermektedir.” denilmektedir. Meseleye ilmi açıdan yaklaşıldığında bunun aslında gereksiz bir dezenformasyondan ibaret olduğu ortaya çıkacaktır. Bu yaygarayı koparanlar İslam dininin emirlerini hafife alan, İslam dininden rahatsız olan kimselerdir. Bu rahatsızlıklarını dile getirmedikleri için meseleyi sözde bilimsel olarak yorumlayıp zihinleri bulandırmak gayretindedirler.

Evvela aç kalmak ile oruç tutmak arasındaki en büyük fark şuurdur. Kişi aç kaldığında şuursuz bir şekilde bu durumu yaşamaktadır ve ne zaman yemek veya su alacağı hakkında bir fikri yoktur. Bu belirsizliğin farkına varan biyolojimiz derhal gıda takviyesi almak ister. İstediği takviyeyi elde edemeyen organizma ise vahşileşerek saldırgan bir tavır içerisine girebilir. Oysa oruç ibadeti bünyesindeki “niyet” kavramı sayesinde şuursuzca aç kalmak yerine sistemli bir şekilde fizyolojik ihtiyaçların tamamına karşı perhiz uygulamaktır. Orucu açlıktan ayıran en mühim fark orucun belirli bir şuur, niyet ve sistem dâhilinde olmasıdır.

Açlık ne zaman başlayacağı ve ne zaman sona ereceği belirsiz fizyolojik yoksunluktan ibarettir. Oysa oruç, imsak ile başlayıp iftar ile sona eren ve bu iki vakit arasında fizyolojik ihtiyaçlardan kasten uzak durmaktır. Böyle yapan insanoğlu başı ve sonu tayin edilmiş bir aktivitede etkin bir rol almaktadır. Açlık durumunda edilgen konumda olan ve belirsizlik içinde bu süreci bekleyen insanoğlu oruçlu iken etken bir şekilde iftar vaktini düşünerek sabretmekte ve gündelik hayatına devam edebilmektedir.

Açlık durumundan edilgen vaziyette olan insanoğlunun metabolizması bu durumdan etkilenir fakat bu durum oruç için geçerli değildir. Açlık durumunda karnını doyuracağı zamana manasız bir şekilde odaklanan insanoğlu geçen her saniyede huzursuz olmaktadır. Oysa oruçlu kimse rabbinin emrini yerine getirmenin huzuru için şuurlu bir şekilde yemeyi içmeyi terk eder. Böylece aç iken hırçın bir hâle bürünebilen insanoğlu oruçlu iken gayet sakin ve teslimiyet şuuru içinde kötülüklerden uzak durma iradesi göstermektedir.

Oruç, teslimiyet şuuru içinde yüksek bir irade göstererek nefsine hâkim olmaktır. Bu hakimiyet bizleri felaketlerden koruyan bir nefis hakimiyetidir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerîmde “Her kim, Yüce Allah’ın gösterdiği ölçü ve hudutları aşarsa, kendine zulmetmiş olur”.[1] buyurarak bizlere imsak ve iftar hudutları arasında nefsimize hâkim olmayı öğütlemektedir.

1950'li yıllarda, Kore'de çalışan ve Kore Savaşlarına katılan Avustralya'lı Fred Schawartz isimli bir doktorun “Komünistlerin Söylediklerine İnanılabilir mi?” isimli kitabında anlatıldığına göre, komünist Çinliler ve Koreliler, esir aldıkları “Birleşmiş Milletler Askerlerini”, korkunç bir açlık ve susuzluk rejimine tabi tutup yiyecek ve su vermek vaadi ile onların “beyinlerini yıkıyorlarmış”. Kendileri, zengin sofralarda yiyip içerken, günlerce aç ve susuz bırakılan “savaş esirleri” onları seyrediyormuş. Sonra da “esirlere” birer avuç “kavrulmuş buğday” ve biraz da su verip yerlerine gönderiyorlarmış. Bu iş, günlerce devam ediyor ve neticede “esirlerin mukavemeti” kırılıyormuş. Yazarın anlattığına göre, tek istisnayı Müslüman-Türk çocukları ortaya koymuş. Komünistlere “esir düşen Mehmetçikler”, başlarında bulunan çavuşlarının emirlerine uyarak, bu açlık ve susuzluk işkencesine mukavemet ediyorlarmış. Çünkü çavuşları, Mehmetçiklere şu talimatı vermiş: “Arkadaşlar, bunlar, bize işkence olsun diye, bunu yapıyorlar. Onlara boyun eğmeyeceğiz. Sizleri, Allah rızası için oruç tutmaya davet ediyorum. Onların verdiği kavrulmuş buğdayı ve suyu, sahurluk ve iftarlık olarak iki kısma ayırın ve oruca niyet edin.” dediği gibi yapmışlar ve ayakta durmuşlar. Görüldüğü gibi açlık ile oruç arasındaki en temel fark niyettir.

Ramazan ayında kahvaltılarımız yerini sahura ve akşam yemeklerimiz de yerini iftara bırakmaktadır. Yani öğün bakımından pek de bir fark olmamaktadır. Günümüzde hafif şeylerle kahvaltıyı geçiştiren kişilerin çoğu iş telaşından akşam vaktine kadar aç kalmaktadır. Bu durum sıhhat açısından tehlikelidir zira aç kalacağından habersiz metabolizmamız her an bir gıda gelecek beklentisiyle gerilir ve bekler. Oruçlu bir bünyede ise metabolizma bir gıda gelmeyeceğinin farkında olduğu için hücreler ve sinir sistemi bu duruma göre tedbirini alır.

Her Ramazan oruç ile açlığı aynı kabul ederek çığırtkanlık yapanlar aslında günlük öğünlerimizin yerinin değiştiğini bilmiyorlar mı? Gayet iyi biliyorlar. Bu kişiler Ramazan ayında oruç tutmadıkları ve dinimizi hafife aldıkları için bizim kafalarımızı karıştırmak istemektedirler. Her sene oruç üzerinden polemik çıkaranların maksadı bellidir. İlahî nizamın bahşettiği bireysel ve toplumsal mutluluğumuzu sindiremeyen bu kişiler bizim Ramazan’daki mutluluğumuzu kıskanmaktadır. Bize düşen ise bellidir. Onların hidayet ve ıslahları için dua etmek… Bir sonraki yazıda görüşmek üzere…

 

[1] Talak, 1