Öner Kaya


HİTİTLER´DEN GÜNÜMÜZE ANADOLU´DA ?TUZ VE EKMEK HAKKI?

Yazımın konusu olan ?tuz ve ekmek hakkı? deyiminin Anadolu da ki anlamına geçmeden önce tuz ve ekmeğin tarihsel sürecini yazmak gereği duydum.


Yazımın konusu olan ?tuz ve ekmek hakkı?  deyiminin Anadolu da ki anlamına geçmeden önce tuz ve ekmeğin tarihsel sürecini yazmak gereği duydum. Tuz insanlık tarihinde önemli bir figür olma özelliğini her zaman korumuştur. Neolitik Dönem´de  Anadolu´nun büyük bir bölümünde yapıldığı belirlenen obsidyen ticaretinde takas amacıyla kullanılan ürünler içerisinde bulunduğu bilinmektedir. Yazılı olarak belgelenmiş olan tuz ticaretinin ise Hititler döneminde yapıldığı ve bunun kanun hükümlerine bağlandığı çivi yazılı tabletlerden anlaşılmaktadır. Daha sonraki dönemlerde Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı Devletleri´nde önemli bir ticari meta olan tuzun Anadoluda´ki bu serüveni kültürel öğelere de yansımıştır. Tuzla ilgili çok sayıda atasözleri, deyimler olmasının yanı sıra tuz şairlere ve şarkı sözlerine konu olmuştur.
Mevcut kanıtlar üzerinden bildiğimiz kadarıyla Anadolu´nun ilk ve en önemli devletlerinden olan Hititler, tuz ile ilgili çeşitli konularda çivi yazılı belgeler bırakmışlardır. Tuz mineralini ifade için MUN Sümerogramı kullanılmaktaysa da Hititçesi tam olarak net değildir. Bununla birlikte tuzlamak kelimesinin Hititçesinin MUMMİA olduğu öne sürülmüştür. Hitit Devletinin başkenti Hattuşaş´da ülke genelindeki birçok ürün toplanır burada kurulmuş olan büyük depolarda muhafaza edilir ve buradan ülke geneline dağıtımı yapılırdı. Böylesine önemli bir organizasyonu yapabilmek için geniş bir görevli grubu istihdam edilmişti. Hitit ritüellerinde doğum ritüeli ve aile kavgasına karşı yapılan ritüel gibi tuz kullanımına dair çok çeşitli ritüeller vardır. Hititler´in başkenti Hattuşaş´da tespit edilmiş olunan ve Anadolu´da bulunan ilk bronz tablet olma özelliğini de sahip olan tablette(M.Ö.1236-1215)yılları arasında krallık yapmış olan IV.Tudhalya ile kuzeni olan Tarhuntaşa(Konya ?Karaman civarı)kralı Kurunta arasında  yapılmış bir anlaşmaya aittir. Bu anlaşmaya göre büyük tuz yatakları ve bununla ilgili tüm gelirler Kurunta´nın tekeline devredilmiştir. Bir diğer önemli belge ise III.Hattusilli´nin (M.Ö.1267-1237) Ahhiyawa Kralı´na yazmış olduğu bir kil tablet olan ve adına ?Tavagalwa mektubu? adı verilen kil tablette Batı Anadolu´da meydana gelen karışıklıkları, ekmek ve tuzun öneminden bahsediyor. Mektupta isyancı Piyamaradu´nun Hitit topraklarına saldırılarının bitmediğini ve bunların sonlanması için Ahhiyava kralına yazdığı mektupta ?Sana Ahhiyawa Kralı Tawagalya´ya adamlarından Tapala Tarhundayı gönderiyorum. O, aşağı sınıftan biri değildir. Gençliğimde benimle at sürdü, savaş arabama seyis oldu. Piyimarandu´ya şimdi ?ekmek ve tuz? gönderiyorum. Gel bana biat et, sana unvan vereceğim ve sana nasıl bir unvan vereceğimi kardeşim Ahhiyawa kralına yazacağım eğer bu söylediklerimden tatmin olduysan böyle olsun, olmadıysan adamların seni Ahhiyawa ülkesine geri götürür. Yukarıda yazılı Tawagalva mektubundan öğrendiğimiz Hitit ülkesinde güvence ?tuz ve ekmek? vererek sağlanıyordu. Bu ritüelden anladığımız eğer sana ekmek ve tuz verirsem senin hakkında kötü düşünmeyeceğim anlamını ifade etmektedir. Karşısındakine, arada kötülük ve ayrımcılık olmaması, paylaşımcı olunması kadim bir Anadolu geleneği olarak günümüze kadar devam etmektedir.
Roma ordusunda askerlere bazen maaşları tuz olarak ödeniyordu. Romalılar için tuz imparatorluk kurmanın önemli bir parçasıydı. Yayıldıkları dünyada tuzlaları geliştirdiler deniz kıyılarına, bataklıklara ve bulabildikleri birçok tuzlu su kaynaklarına tuzlalar kurdular. Romalıların ?Tatta Lacus ? diye adlandırdıkları Tuz gölü Roma döneminde Anadolu´nun yegâne tuz kaynağıydı. Yazılı belgelerle takip edebildiğimiz kadar geçmişte tuz gıda materyali olarak tüketilmesinin yanında büyüler ve tılsımlarla da kullanılmak için iyi bir malzeme olmuştur. Tuzla ilgili inanışların kökeni en azından Hititler´e kadar inse de daha sonraki dönemlerde ilginç uygulamalar da mevcuttur. Türklerin yaptığı ?tuzlama? geleneği buna örnek olarak verilebilir. Bu inanca göre yeni doğmuş çocuklar tuzlu suya batırılarak çıkarılıyor veya vücutları tuzla ovuluyordu. Bu geleneğin amacı vücudun kemlik ve kötülüklerden korunması ve daha dayanıklı olarak gelişmesi olsa da kökeninde bedenin temizlenmesi yatıyordu. Tuz deyimlere atasözlerine de girmiştir. Yunancada ki ?tuza karşı günah işlemek?, Farsçadaki ?tuza ihanet etmek? ve Türkçedeki ?tuz ekmek hakkı? gibi deyişler tuza verilen önemi göstermektedir. Burada tuzun kutsallığı ve öneminden bahsettikten sonra önemli bir yiyeceğimiz olan ekmekten söz etmek istiyorum. Ekmek her dönemde ve her millette sofraların vazgeçilmez unsuru olarak karşımıza çıkan temel besin madesidir. Ekmeğin tarihçesi araştırıldığında, takip edilebilen tüm dönemlerden bugüne yapılabilecek en önemli tespit, herhalde ekmeğin hikâyesi ile insanoğlunun hikâyesinin birlikte başlayıp devam ettiği olacaktır. Tarihsel olarak bakıldığında ekmek ile ateşin bulunması ve yerleşik düzene geçme arasında bir paralellik olduğu dikkati çeker. Ekmeğin bulunması ile ilgili kabul gören en eski hikâyeye göre, ateşin bulunuşunun ardından ilk insanlar su ile ısıtılmış ve kendi haline bırakılmış buğday kırmasında gözeneklerin meydana geldiğini görmüşler ve bunun sıcak taşlar üzerinde pişirildiğinde daha lezzetli olduğunu fark etmişlerdir. Böylece insanlar ekmek tüketmeye başlamışlardır. M.Ö.4000 yıllarında Babillilerin değirmencilik ve fırıncılık sanatını icra ettikleri ve fırınlarda ekmek pişirmeyi bildikleri anlaşılmaktadır. Yine ekmek yapmayı bilen Mısırlılar, M.Ö.2600 yıllarında mayalamayı keşfettikleri, buğday unu ve su karışımından elde edilen hamurun mayalandığı zaman ekmeğin daha yumuşak, daha kabarık olduğunu fark ettikleri bilinmektedir. Mayalanmış beyaz ekmek, Antik Mısır´da soyluların ve sarayın simgesi haline gelmiş, zenginlerin ve soyluların rağbet ettiği bu mayalı ekmekler Antik mısırda para yerine kullanılır olmuş. İslam inanışında ekmeğin tarihçesi Hz. Adem´e dayanır. Bu inanışla ilgili anlatıya Seyahatname´de rastlarız. Evliya çelebi ?Ekmekçiler Esnafı? başlıklı bölümde Hz. Adem cennetten çıkarılıp yeryüzüne gönderilince Cebrail´in(as)  yeryüzüne buğdayı getirdiğini ve Hz. Adem´in yediği ilk yiyeceğin bu buğdaydan yapılan çorba olduğu bilgisini verir. Daha sonra Cebrail´in (as) Hz. Adem´e buğdayı un, unu da hamur getirmesini ve hamuru pişirip ekmek yapmasını öğrettiğini anlatır. Bu sebeple ekmekçilerin ilk pirinin Hz. Adem olduğunu yazar.
Neoletik çağdan itibaren tarımla uğraşan Türkler de çok eski tarihlerden beri ekmek yapmayı bilmektedir. Türklerin Neolitik çağdan itibaren tarım ile uğraştığı, saban, orak, hububat ezmek için yapılmış taşlar gibi araç gereçleri kullandıkları ve arpa, mısır, buğday, çavdar, yulaf, burçak gibi tahılları ektikleri bilinmektedir. Anadolu´da ise ekmek yapımı Neolitik(Cilalı Taş)devrinde Orta ve Güneydoğu Anadolu´da yaşayan avcı ve toplayıcı toplulukların yerleşmeler kurarak çiftçiliğe yönelmeleriyle başlamıştır. Orta Asya´dan gelen Türk boylarının getirdiği ekmek kültürü; Selçuklular, Türk Beylikleri, ardından Osmanlı İmparatorluğu , Türkiye Cumhuriyetine dek uzayan bir zaman çizgisinde Anadolu´ya komşu bölgelerin ekmek alışkanlıkları ile iç içe geçmişlerdir.
Bütün  sofraların ve sofralardaki bütün yemeklerin vazgeçilmesi olması dolayısıyla ekmek, insanı ölümden kurtaran yiyecek olarak görülmüştür.Beslenmeyle yaşamın,açlıkla ölümün eşdeğer hale geldiği sınırda ,yaşama hakkının kutsal olmasının etkisiyle yaşamın devamını sağlayan ekmeğede kutsiyet atfedilmiştir.Ekmeğe yüklenen bu kutsallığın izlerini ,ekmek etrafında oluşan söylemler ya da ritüeller üzerinden gözlemlemek mümkündür.Anadolu´da en önemli ritüellerden biri ekmeğin öpülüp başa konmasıdır.Bu noktada ekmekten başka  sadece Kur´an-ı Kerim ?in ve aile büyüklerinin ellerinin benzer şekilde öpülüp başa götürüldüğü hatırlanmalıdır.Tuz ve Ekmeğin tarihsel sürecini anlattıktan sonra Anadolu´ da çok kullanılan bir deyim olan ?Tuz Ekmek Hakkı? deyimiyle edebiyatımızda ve halk arasında kullanılması ile örnekler vermek istiyorum:Türkiye Türkçesinde tuzla ilgili deyimlerden olan  nimet ihsan anlamında ki?tuz ekmek?, iyiliğe nankörlükle karşılık veren anlamındaki ?tuz ekmek haini? minnet ,şükran borcu anlamında ki ?tuz ekmek hakkı? gibi tabirlere tarihi metinlerde rastlanır.Seyrani?tuz ekmek hakkı ?nı bilmeyen kişilere düşman dahi olunmaması gerektiğini  belirtmiştir.

                   ? Anandan Babandan beddua alma

                     Anlar rızsından sen geri kalma

                     Tuz ekmek bilmezse kılıcın çalama

                     Birde emenete etme hıyanet?

Garip akımının  kurucusu ve önde gelen şairlerinde Orhan Veli Kanık? Güzel Havalar ? şiirinde tuzu sorumluluk göstergesi olarak sunmuştur. 

                   ?Eve ekmekle tuz götürmeyi

                     Böyle havalarda unuttum?

Safiye Erol´ da ?Ciğerdelen? Romanın da :

                    ??Hepside kılıca,Kur-an´a,tuza ekmeğe el vurarak ant içmişti :?Cümle kırılırız Ciğerdelen´i vermeyiz!?

Gevheri ,bozulan zamandan şikayet ederken toplumda şükran borcunun da unutulduğunu söyler.

                     ?Gevher´i  der olma herkese yakın

                      Hiç sayan kalmamış tuz ekmek hakkını

                      Zamane dilberine aldanma sakın

                       Heman bir yüzünün gülmesi vardır?

Kaygusuz Abdal da Hz.Peygamberin hoşnutluğunu kazanmak için tuz ekmek hakkını inkar etmemek gerektiği kanaatindedir:

                      ?Tuz ekemek hakkını sakla iy safa

                     Ta ki  hoşnut ola senden Mustafa?

Tarihi romanlar genellikle işlediği devir ve kahramanların gerçek kimliklerini veririr.Tarık Buğra´nın  Osmancık isimli romanında Osmanlı devletinin kurucusu Ertuğrul Gazi oğlu Osman Bey ve arkadaşları da tuz -ekmeği kutsal saymışlar çevrelerindeki yabacıları ve düşmanları bu sğlam dostluk anlayışıyla kendilerine ısındırmışlar. Tarık Buğra romanında bir Rum olan Mihail Koses´in Osman Bey´in kendisini iki defa kurtardığını analayamadığını anlatırken  şu ifadeyi kulalanır :

                ?Tuz -ekmek hakkı... paylaştığımız hoş zamanların hakkı...söylediğimiz güzel sözlerin hakkı.?

Günümüzde bazı yörelerde kaza atlatan bir kişi?iki ekmek ve bir miktar tuzu? dul bir kadına sadaka olarak vermekte ,yine kazadan ve üzerine gelen felaketten zarar görmeyen kişinin ?başının üzerinden tuza bandırılmış ekmek döndürülmekte ve bu ekmek darbe alan bölgeye sürülmektedir? Görüldüğü gibi zengin kültürümüzün önemli yapıtaşlarından biri sayılabilecel tuz ve ekmek  geçmişimizin hemen her evresinde önemini korumuş ,destanlardan dini hikayelere,halk şiirinden klasik şiiirimize,modern şiirden hikaye ve romana kadar edebiyat dünyamızın her alanında yer bulmuştur.Ahmet Hamdi Tanpınar ,kültürü?bir devam meselesi olarak?ele alır.Ona göre formül ?değişerek devam etmek ,devam ederek değişmek?tir.Yukarıda yazılanlar tuz ve ekmek karşısında alınan hürmetka tavrın devam eden kültür zincirimizin önemli bir parçası olduğunu gösterme amacı gütmüştür.

İşgal günlerimizde Ege Bölgesine çıkan Yunanlılara da yerli Rumların tuz-ekmek verdikleri unutulmamalıdır.

 

                                                                                                                                         ÖNER KAYA