Öner Kaya


“IŞIK “ ANADOLUDAN DOĞAR

“Hangi istiklal vardır ki Ecnebilerin nasihatleriyle Ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir…” MUSTAFA KEMAL ATATÜRK


Anadolu tarihini yazmak ya da bize öğretilenin dışında bir tarih yazmak istedim, bunu yazarken de bir arkadaşımın Azra Kohen’in  “Gör Beni isimli kitabını mutlaka okumalısın” sözleri hiç aklımdan çıkmadı. Merak ettim nedir bu kitapta anlatılmak istenen?  Kitabı aldım ve okudum yıllarca sorduğum soruların cevabını bulmuştum artık. Hep düşünürdüm biz tarihi okurken doğru tarihi mi okuyoruz ya da bizim bilmemiz gerektiği kadar mı okuyoruz. Nedir bizim sınırlarımız, neden bu sınırları geçemiyoruz, kimler bu tarihi bizim öğrenmemizi istiyor, bilmediğimiz ya da öğretilmeyen tarihte neler vardı, niçin saklanıyordu bizden? Atatürk Anadolu tarihini çok iyi biliyordu; Cumhuriyetin ilanından sonra büyük bir kültür ve eğitim hamlesi başlatarak neler öğrenmemiz, neler yapmamız gerektiği konusunda bir başlangıç yapmıştır. Biz neler yaptık bunca geçen sürede bunu sorgulamamız gerek. Öğretilmek istenen tarih yalanlarını hiç itiraz etmeden kabul ettik, inandık bize öğretilenlere.  Kim yazmıştı bu tarihi? Niçin böyle bir tarih yazdırılıp önümüze kondu?  1946 yılında başlayan soğuk savaş döneminde Amerikan merkezli vakıflar ve bunların etrafında dünya tarihini kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yazmaya çalışanlar tarafından yazılan, bize öğretilen kadarını bildiğimiz bir tarih anlayışına sahibiz. Daha önceleri Hindistan’ da uyguladıkları stratejiyi Anadolu’da uyguladılar ve bizi de köklerimizden, yaşadığımız toprakların kültüründen koparmayı başardılar. Ama gelin görün ki tarih biliminde doğru olanı yalanla belli bir yere kadar saklarsınız, bir gün gelir o dikte ettirdiğiniz tarihi yeniden yazmak zorunda kalırsınız. Şu an Batının yaptığı bu. Bizleri Anadolu’dan uzaklaştırıp kendi olmayan kökenlerini topraklarımızdaki kültürlere dayandırmaya çalışanlar söyledikleri yalanları fazla saklayamadılar. Gerçekler ortaya çıkmaya başlayınca nasıl doğruları söyleyecekleri konusunda kararsız kaldılar. Mitoslara dayandırdıkları tarih anlayışı yapılan kazılarla çöktü,  gerçekler herkes tarafından bilinmeye başladı.

Bu tezi savunanlar Anadolu medeniyetlerini sadece Antik Yunan’a indirgemekle ve bizleri 1071 tarihi ile. Luvileri, Hititleri, yerli halkları görmemezlikten geldiler. Bu tarımın ı, yerleşik hayatın başladığı; kentlerin ve imparatorlukların kurulduğu Anadolu’yu yok saymaktı. Bunun yerine her şeyini Anadolu’dan almış olan Yunan kültürünü önümüze başlangıç olarak koydular. Biz de yanıldık, onların tarih tezlerini kabul ettik. Yıllarca süren araştırmalar gösterdi ki aslında rüzgâr tersine esmiş Antik Yunan’dan bize gelen hiçbir şey yok, asıl kültür taşınması Anadolu’dan olmuş. Tarihi kendilerine göre yazanların en güzel oyunları Anadolu’da yapılan kazılarda çıkan yerli alfabe yerine Helence yazılı belgelerin bulunmasıydı. Batılılar Anadolu’nun yerli halklarını yok sayarak sadece Helen uygarlığından söz ederler. Oysaki bu durum bugünkü İngilizcenin yaygınlaşmasıyla eş değerdir. Güçlü imparatorluklar, güçlü ekonomileri ve güçlü ordularının zoruyla kültürlerini, dillerini başka coğrafyalara kolayca ulaştırabilirler. Bunların etkilerini günümüz Afrika ülkelerinde rahatlıkla görebiliriz. Televizyonlarda gördüğümüz bir Cezayirli, Tunuslu veya Nijeryalı kendi öz dilinden çok İngilizceyi, Fransızcayı daha iyi bilir ve konuşur. Nasıl ki birçok kaynak İngilizce yayınlanmasına rağmen İngiliz olmuyorsa Anadolu halkları da Helen değildi, ama yöneticileri baskın olan Helenceyi kullanıyorlardı. Makedonyalı komutan İskender kurduğu imparatorlukla Helenceyi doğuya kadar yaymıştır. Daha sonra Anadolu’da hâkimiyet kuran Roma İmparatorluğu’nun Latincesi de kendi döneminde baskın dil olmuştur. Bu dil başta tıp olmak üzere birçok alanda günümüze kadar ulaşmıştır. Anadolu’da Helencenin Roma döneminde bile Latincenin yerine kullanılagelmesinin nedeni de Anadolulu yöneticilerin Romalıların ağır vergilerine duyduğu tepkidir.

Hititler zamanında tıpkı şimdilerde olduğu gibi denize sırtını dönen Anadolu insanın geçmişinde Giritten miras aldığı deniz imparatorluğuyla zamanın dört büyük dünya gücüne gelmiş olan Akha soylu muhacir komşularıyla artık aynı toprak üzerinde ve ortak bir denizde iş birlikteliği sonucu, yazısının da zaman içerisinde bir ortak ticaret diline değişmiş olabileceği, eski çağ biliminin hiç gündeminde olmamıştır. Biritanya Deniz İmparatorluğu’nun dili olması nedeniyle İngilizce’nin giderek bir dünya diline dönüşmesi gibidir bu. Antik Hellas’ı çağdaş bir örnekle yorumlanın doğruluğu, İngilizlerin 18. yüzyılda hedefledikleri  “Büyük ve askeri yük altına girmeden egemen güç” olmada Antik Atina’yı model seçmede bulur kanıtını. Çünkü “ Britanya’nın Atina’yı ideal imparatorluk emsali olarak görmesinin başlıca nedeni kesin sınırları olmayan, ticaret üzerinde yükselen, gittiği yerlere medeniyet getiren soyut bir denizler imparatorluğu olmasıydı” Antik toplum tarihçisi M.Finley ‘in deyişiyle “ Helenler salt, yerlilerin ilkel olduğu topluluklarda kültürel egemenliklerini kurarlardı. Yüksek düzeyde gelişkin ve iyi entegre olmuş toplumlar içinde entegre olurlardı. Bunun en güzel örneğini E.Akurgal’ın düşünce bağlamında “ İskender Doğu’yu Helenleştireyim derken kendisi Doğululaşmıştır” saptaması, eski çağ biliminin dönem adını “Helenistik” olarak sürdürmede düştüğü çelişkinin itirafı gibidir. Yanlıştan dönebilmek için  “önyargıları parçalamak” gerekir. Düşüncede, misyonerliğin üstlendiği kültürün “tabularını” kırmıştır ancak Büyük İskender çağdaş bilimi kıramamıştır. Egemen dil olan Helencenin küçük bölgesel kültürleri ve dillerini zamanla baskı altına almıştı. Ayrıca Helencenin Anadolu’da yayılmasına Perslerin Anadolu’yu işgal etmesine yardım etti; Persler yüzyıl kadar önce Anadolu’nun doğusundan başladıkları işgal hareketlerini M.Ö.546 ‘da sayıları 500.000 bulan bir orduyla tamamladılar. Anadolu halklarını baskı altına aldılar. Onlar da çaresizlikten hiç bitmeyecekmiş gibi görünen Pers egemenliğinden kurtulmak için Ege Denizinin öte yakasındaki Atina Birliğine üye oldular. M.Ö. 478’de Delos Adası’nda kurulup sonra merkezi Atinaya taşınan birliğin üye sayısı 300’ü buluyordu. Bu üyeler birliğe para yağdırıyordu. Atina kentine karşılıksız olarak 150 yıl boyunca gelmeye devam eden bu paralar kenti cazibe merkezi haline getirmiştir. Zenginlikle birlikte felsefe ve bilim gelişti. Anadoludaki aydınlardan bazıları Perslerden kayıp denizin öte yakasına sığındı. Oradaki felsefe, matematik ve mantık alanlarında tartışmalar gelişti Daha önce Milet’te Efes’te yeşermiş bu akımlar, Pers baskısından kaçıp gelen aydınların da katkısıyla artık Atina merkezli okullarda gelişmeye başladı.  Nasıl ki Halikarnas (Bodrum) doğumlu Herodots, Pers satrabıyla ( valisi) ile anlaşamayıp Atina’ya gitmek zorunda kalmış ve orada ölmüşse, benzeri nice aydın da Anadolu’dan Atina’ ya kaçmıştır. Kısa bir süre sonra zengin Doğu kültürünün katkısıyla M.Ö 450 ‘lerde  Ploton, Aristoteles, Sokrates gibi düşünürler ortaya çıkmıştır. Onların Helen diliyle yazılmış eserleriyle oluşan entelektüel birikimler Anadolu’ya kültür emperyalizmi olarak geri döndü. Böylece Helence birçok bölgede ortak dil oldu. Anadolu’da yönetici sınıf bile bu dili kullanmaya başladı. Anadolu’da bulunan halklar Helenler’den öncede oradaydılar, onlardan sonra da yaşamaya devam ettiler. Orada Karyalılar, Likyalılar, Lidyalılar, Pamfilyalılar, İyonyalılar ,Psidyalılar , Kapodokyalılar gibi farklı dil ve kültüre sahip halkların yaşadığı kentler vardı. Ama güçlü Atina Birliği Helence’yi yaygınlaştırdı. Pers dili M.Ö. 334 ‘de Makedonların Anadolu’ya girmesiyle son buldu ve Helen dili daha da pekişerek birliğin ortak dili oldu.

Batının bizlere uzun yıllardır dikte ettirdiği tarih anlayışını bir kenara bırakarak bilmemiz gereken Anadolu aydınlığını ve ulaşabildiği yerde toplumları, insanları etkileyen ışığını kısa örneklerle anlatalım.M.Ö VI.6. y.y  İon  (İzmir ve Aydın) felsefesinin Yunan felsefesini yaratanları nasıl etkilediğine bir bakalım. Thales, Anaksimandros , Anaksimenes , Herakletios , Anaksagoras ve Anadolu’nun kadın filozofu  Aspasia . Aristoteles bu felsefecileri fizyolog yani doğa üzerine konuşanlar olarak adlandırır.  İyonyalı felsefeci, fizikçi, matematikçi; yani ilk bilim insanları sayesinde insanoğlu bakışlarını kozmostan doğaya çevirir. Bu bir devrimdir. Batı Anadolu’da gerçekleşen bu devrim sonucunda doğa olayları basit de olsa anlaşılabilir hale getirilir ve evrenin oluşumu hakkında fikirler oluşturulur. Bunların içinde en önemlilerinden birisi Miletli Aspasia’dır (M.Ö. 470- 400) Aspasia’nın Sokrates’in hocası olduğu ve Sokrates’in diyalog yöntemini Aspasia’dan öğrendiği kaynaklarda belirtilir(yıllarca okulda yapılan münazaraların kökenini Aspasia ‘da bulabiliriz) Miletos’lu Aspasia ile Atina’nın güçlü stertegosu(ordu komutanı) ve Atina demokrasisini yaratan Perikles arasında büyük bir aşk yaşanır. Perikles çok etkilenir, tüm engellemelere ve iftiralara karşın ne Aspasia ne de Perikles ödün vermeden sevgilerine sonuna kadar sahip çıkarlar. Periklesin benim aklım dediği Aspasia ile evlenmek ister ama Yunan yasaları buna engeldir çünkü bir yabancı ile evlenmek yasaklanmıştır. Perikles her şeyi göze alır; senatoda konuşma yapar, ağlar ve sonunda Aspasia ile evlenir. İon felsefesi ile yetişmiş Aspasia’nın söyledikleri Antik dönem yöneticilerini rahatsız eder ve yargılarlar Aspasia ile Periklesi sonuçta salıverilirler. M.Ö. 5 y.y. Anadolu’da rahatlıkla söyleyebildiklerini sözde demokrasinin kurucusu olarak tanımlanan Antik Yunan’da söyleyemez Aspasia. Nerede daha çok demokrasiden söz edilebilir bunun en açık örneğidir Aspasia. Savunmasında şöyle demiştir Aspasia;Eğer birileri bizim gerçekten bir kusurumuzu bulmak istiyorsa , bulacağı tek şey gereğinden fazla merhametli olmamız ve her zaman güçsüz olana yardım etmemizdir. Ne kadar güzel söylemiş Aspasia sanki günümüz Anadolu  insanını tarif eder gibidir bu sözüyle.Bu düşünce Anadolu’da 13 .y.y. felsefesinin temellerini oluşturacaktır. Yüzyıllar sonra Aspasia ‘nın sözlerinin yansımasını Mevlana’da, Yunus Emre’de, Hacı Bektaşi Veli’de, Ahi Evran’da ve Hacı Bayram Veli’de buluruz.

Işık Ülkesi olarak belirtilen Likya toprakları aynı zamanda ışık tanrısı olarak nitelendirilen Apollon’un doğum yeridir. Anadolu’nun kadim kültürü olan Luvi’lerin ülkesidir Likya. Yıllarca Batılılılar tarafında Antik Yunan medeniyeti üzerine kurdukları tez Hitit tabletleri ve çağdaşı olan luvi’lerlerle ilgili belgelerin ortaya çıkmasıyla çökmeye başlar. Mitoslara dayanarak yazdıkları, kökenlerini Antik Yunan’da arayan Batılı devletler, gerçekler ortaya çıkmaya başlayınca ve aslında tarihin Anadolu tarihi bilinmeden yazılamayacağını anladılar. Kafalarında kurguladıkları 12 tanrılı Yunan tanrılar panteonun aslında Sümer tanrılar panteonu ve onun yansıması olan Hititlerde oluştuğunu bunun da Bodrumlu  (Halikarnasoslu) Heredot tarafından oluşturulan Antik Yunan tanrılar panteonuna yansımalarını rahatlıkla görebiliyoruz.

Anadolu, günümüz Hıristiyanlığına önemli ölçüde ev sahipliği yapmıştır. Hz. İsa’nın havarileri, ilkin Anadolu’dan başlayarak dünyaya açılmış ve Hıristiyan kelimesi ilk olarak Anadolu’da kullanılmıştır. İlk kilise Antakya’daki Aziz Pierre kilisesidir. Burada yanlış anlamlandırılan kilise kelimesinden biraz olsun gerçek anlamından söz etmek istiyorum. Kilise, cemaatin toplandığı yer veya bina değil, cemaatin kendisidir; yani Hıristiyan topluluğudur. Günümüzde kilise denilince akla dini bir mimari olan yapı gelir. Başlangıçta kilise denilen binalar yoktu. Hıristiyanlar evlerde ve ya da gizli mağaralarda toplanıyorlardı. Dönemin yönetici ve askeri kesiminden gizli olarak toplanılan bu yerlere “Kenise” deniliyordu. İbadet ve sohbet için toplanılan bu gibi yerler kenise olup dünyadaki en önemli ilk kenise Antakya’daki Aziz Piere Kenise’sidir. Sonraki yüzyıllarda kenise olan bina veya mağaralar kiliseye dönüştürülünce terim kargaşası yaşanmıştır. Dört incil yazarından biri olan Aziz Yuhanna “Vahiy” kitabında Hz. İsa’nın yeniden dirilişinden sonra dünyada olacak felaketlerden bahseder. Bu kitapta anlatılan yedi kilise de Anadolu’dadır. Bu kiliseler Smyrna (İzmir), Pergamon (Bergama), Thyateira (Akhisar), Sardes (Sart- Salihli), Philadelpihia (Alaşehir), Laodikeia (Eskihisar- Denizli). Yukarıda belirttiğimiz kiliseler topluluk olarak değerlendirilmelidir. Isparta-Yalvaç (Pisidya Antiokheia ) M.S. 46 yılında Pavlus ve Barnabas’ın ilk vaazlarını verdikleri yerdir. Hıristiyanlık için önemli olan yedi konsül Anadolu’da toplanmıştır. Bunlar; İznik Konsülü, Birinci ve ikinci Efes Konsülü, Kadıköy Konsülü, Birinci ve ikinci İstanbul Konsülü ve Bergama Konsülü. Hz. Meryem’in kimliğinin saptanması için toplanılacak olan konsülün seçildiği yer Efes’tir. Efes antik çağın dinsel merkezi olup Efes Artemis’i bakire, ana, kadın üçlemesi ile kutsaldır. Efes halkı, Hıristiyanlığı benimsemiş olsa bile Artemis onlar için hala unutulmamıştır. Artemis’in özelliklerinin yükleneceği bir “Meryem Ana” ya kimsenin sesi çıkmayacaktır. Hamile kaldığı an bakire, doğumdan sonra da bakire olarak gösterilen Hz. Meryem’e en büyük taraftar Efes’te bulundu. Çünkü Efes Artemis’i de Zeus tarafından sonsuza kadar bakire kalmakla ödüllendirilmişti. Halk, tartışmaları izlediği bu konsülde, hiç de yabancı olmadığı ilahi özelliklerin Meryem’de toplandığını görünce mutlu olmuştur. Onlar için sadece isim değişmiştir, ha Artemis ha Meryem Ana. Meryem Ana adına yapılan ilk kilise Efes’te 431 yılında inşa edilmiştir.

Yaşadığımız çağda şehir planlamalarına baktığımızda karmakarışık bir yapı ile karşılaşıyoruz. Anadolu insanı M.Ö. V. yüzyılda da bu sorunu çözmüş aslında. Milet kentinde doğan ve yetişen birçok bilim adamı gibi Hippodamus da tarihin en önemli bilim adamlarından biridir. Hippodamus ilk şehir planlamacısı olarak tanınır. M.Ö.V. yüzyıla kadar yapılan tüm plansız şehirlerin sorunlarını yerinde tespit ederek, ilk kez cadde ve sokakları 90 derecelik açılar ile kesen ve yapıları dikdörtgen şeklinde adalar üzerine kuran Hippodamus başta Milet olmak üzere Priene, Efes ve Labranda şehirlerini planlamıştır. Ploton gibi ideal devlet anlayışı üzerine tezler üreten Hippodaus bu düşüncesi şehir planlamasını yaparken hayata geçirmiştir. Şehirleri geniş caddeler ile bölen Hippodamus’un şehir planı, toplum içinde eşitlik fikrinin doğmasına da neden olmuştur. Torino, Londra, Paris ve özellikle New York gibi şehirler Hippodamus’un ızgara planının son örnekleri olarak inşa edilirler. Anadolu da yaşayan bizler hangi şehrimizi ızgara planlı olarak inşa ettik. İşte en büyük sorun burada biz yıllarca toprağımızın ürettiği değerlerden uzaklaştırılmışız ve sanki başka bir kültür, başka bir tarih olarak görmüşüz. Artık bu bakışın bir şekilde değişme zamanı geldi. Anadolu’nun en eskisinden günümüze kadar tüm değerlerine sahip çıkma zamanı geldi. Biz sahip çıkmazsak birileri gelip sahip çıkıyor ve bizi toprağımızdan, kültürümüzden ve tarihimizden uzaklaştırıyor.                                                                                                                         Anadolu, ışığın hiç sönmesin!

ÖNER KAYA

KAYNAKÇA:

1-ANA TANRIÇADAN MEVLANAYA- ALİ CANİP ONGUNLU

2-YEDİ TEPE ANADOLU                   -ALİ CANİP ONGUNLU

3-ANA TANRIÇA’NIN İZİNDE         - LYNN E. ROLLER

4-UYGARLİK ANADOLUDA DOĞDU –FAHRİ IŞIK

5-ANADOLU’NUN GÖZYAŞLARI –YAŞAR YILMAZ