Şu an ülkemiz ve dünya gündeminin en önemli sorunu kobit 19 ( koronavirüs) nedeniyle yaşadığımız zor günlerde bu yazıyı yazma gereği duydum.Tarih boyunca insanoğlunun karşılaştığı problemlerin arasında salgın hastalıklar ilk sırada yer almaktadır.Özellikle hastalıkların nedenleri konusunda görece olarak az bilgi olunduğu dönemlerde salgını önleyici tedbirlerin alınmamış olması hastalıkların yayılış hızını,kurbanların sayısını ve toplum üzerindeki etkilerini doğal olarak etkilemiştir.Bulaşıcı hastalıklar coğrafya ,iklim,sosyo-ekonomik şartlar , toplumun kültür düzeyi ve nihayet temizlik alışkanlıklarıyla yakından ilintilidir.Salgın hastalıklar her devirde uygun şartlar ortaya çıktığında hızla yayılmıştır ,pek çok yaşama mal olmalarına ek olarak toplumun demografik ,sosyo-ekonomik ve siyasi yaşamında derin tahribatlara sebep olmuştur.
Tarih öncesine ait bilgiler hakkında yazılı kaynak bulunmadığı için ,ilkel toplumlara ait tarih öncesi tıbbın anlaşılması için ;fosil,iskelet gibi kalıntılar ve mağara resimleri öncelikli olarak değerlendirilir. Patojen mikrobu adı verilen küçük canlıları varlığının bilinmediği dönemlerde , insanlar hastalanmalarının sebebini yabancı bir cismin kötü ruhu olarak adlandırırlardı. Yazının bulunmasıyla birlikte , tecrübe ettiği bilgileri daha sonraki kuşaklara ileten insanoğlu, hastalıklar hakkındaki deneyimlediği uygulamaları ,eski medeniyetler olan ?Mezopotamya,Sümer,Akad,Babil,Mısır,Çin,Hitit,
Yunan ve Roma ?uygarlıklarında görülür.Yazının icadından önceki bin yıllık dönem olan prehistorya
( tarih öncesi dönem) hakkındaki bilgileri ,yapılan arkeolojik kazılarda çıkarılan iskeletlerin palepatolojik yönden incelenmesi ile sınırlıdır. Prehistorik dönemde ilkel toplumların hastalıklara karşı geliştirdikleri tedavi süreci ?amprik? ve ?büyüsel? olmak üzere iki yönde devam eder.Bu dönemde hastaların özellikle yabancı ruhlar tarafından ele geçirmeye çalışıldığına inanılır ve tedavi olarak kötü ruhu ?telkin edecek veya kovacak büyüsel işlemler ? uygulanılırdı.15 000 yıl öncesine dayanan tedavi ve büyü amacıyla ?canlı insan kafatasına keskinleştirilmiş bir aletle delik açma veya kemik parçası çıkarma ? ?trepenasyon? olarak uygulanan cerrahi müdahaleler görülür . Hastalıkların sebebinin açıklanmadığı dönemlerde insanlar salgın hastalıklarla mücadele ederler ,en ilkel toplumlarda hastalığın var oluş sebebi ?kötü ruhlara ? dayandırılır ve bu ruhları uzaklaştırmak için manevi tedavi yöntemleri denenir.Kötü ruhları kovma ya da hastaları yatıştırma görevini din adamları tarafından yürütülürdü.
MÖ 8 yüzyılda Mezopotamya bölgesinde vebanın olduğu ?MÖ 2000´li yıllarda yazılmış olan Gılgamış Destanın´da veba hastalığından ? söz edildiği görülür. Veba hakkındaki mevcut bilgiler 4000 yıl öncesine kadar uzanır. MÖ 2000 de yazıldığı tahmin edilen ?Gılgamış Destanın´da geçen veba ile ilgili ifadeler salgını doğrular.
?Ey Tanrıların büyük üstadı ,ey Enlil !Ah nasıl olur da sen körü körüne tufan yaptın ? Onun
suçunu suçluya yüklet !Kelepçesini gevşet ki etini kesmesin .Yine kelepçesini çek ki gevşek
olmasın .Senin yaptığın bu tufan yerine ,bir insan insanları azaltsa daha iyiydi !Senin yaptığın
bu tufan yerine ,bir kurt insanları azaltsaydı daha iyiydi !Senin yaptığın bu tufan yerine veba
tanrısı kalkıp insanlara bulaşsaydı daha iyiydi !Ben büyük tanrıların açığını ,gizini açığa
vurmadım !Aklı olan bir düş gösterdim . O , böylece tanrıların gizini öğrendi. Şimdi onun
için bir karar vermek düşer.
İnsanların ?vebadan korktuğu? ve ?Veba tanrısı ?kavramı ile hastalığa bir ?kutsallık yükledik-leri? görülür. Hastalıkların sebebi olarak Tanrıların gazabı düşüncesinin hakim olduğu eski medeniyet-lerde ,hastalık insanın kendi kusurlu davranışı karşısında hak edilmiş bir cezadır.Sümerlilerle birlikte Mezopotamya´da başlayan tıp tarihi Asurlular ve Babiller tarafından devam ettirilir.
Sümer toplumunda hastalıkların etiyolojisi tanrısal bir ceza olarak olarak kabul edilir hastalıklara yüklenen tanrısal bir ceza olgusu ise modern toplumlara kadar ulaşan yaygın bir söylem olur. Ceza olarak kabul edilen hastalıkları önemek adına kurbanlar adanmış,sihir büyü gibi manevi tedavi yöntem-lerine başvurulur ,Sümer , Babil ve Asur medeniyetlerinde de benzer tedavi yöntemleri uygulanır.Hastalıklara karşı öncelikle Tanrılara dua edilir, ilaç kullanımına dayalı amprik bilgilerle de tedavi yöntemleri denenir.Eski medeniyetlerde ,doğaüstü güçlerin hakimiyeti oldukça etkindir ;Örne-ğinMezopotamyalılar görünmeyen kötü ruhların insanın vücuduna girerek hastalık yapabildiğine ya da düşman birinin yaptığı bir büyünün hastalığa neden olduğuna inanılırdı.Örnek olarak Nergal salgın hastalıklara,Ti ?u baş ağrısına ,Namtaru boğaz hastalıklarına,güçlü kötü ruhların hizmet ettiği Yer Tan-rıçası İsthar korkunç hastalıklara sebep olurdu.İsthar aynı zamanda bulaşıcı hastalıklarında tanrıçasıydı.
Veba salgınları hakkında kayıtlara geçen ilk salgın MÖ14. yüzyılda,Hitit uygarlığında görülür.20 yıl boyunca salgının devam ettiğini yazan tabletlerde ?Veba Duası?nda Hitit halkının vebadan dolayı kırıldığını yazmaktadır.Anadolu´da 2100-1100 yılları hakimiyet kuran Hititlerde Mezopotamya tıbbı hakimdir.Hititlerde ,hastalıkların doğuşunun göçlerle meydana geldiğine inanılıyordu.Bunlardan tanrıların ihmal edilmesi,mağara ,düden yer çataklarında kötülük yapıcı çataklarda bulunan kötülük yapıcı varlıklar,bedeni kirlilik ,kara büyü ,yemin ve anlaşma şartlarını çiğneme günahlardır.Ahdi bozmak karşılığında kutsal hastalık denilen bulaşıcı hastalıklar meydana geliyordu.Ferdi hastalıklardan ziyade toplumun sağlığını tehtid eden salgınların yorumlanmasında hastalıklara sebep olan şeyin günahlar olduğu inancı daha açık olarak görülmektedir.
Hitit İmparatorluğu´nun son dönemlerde veba salgını odlukçu etkindir. Binlerce Hititli veba salgınlarından ölür ,sağlıklı olanlar ise sürekli bir korku içinde yaşar ?Hititlerin en büyük kralı kabul edilen I.Şuppilulima´nın MÖ1345´te ve ardından tahta çıkan büyük oğlu II. Arnuvanda ?nın da bir yıl sonra vebadan ölmesi ,bu dönemde veba hastalığının yaygın ve kralların bile ölümüne yol açabilecek derecede şiddetli olduğunu? gösterir.II.Arnuvanda´nın yerine geçen küçük oğlu II. Murşili ,babasının daha önce tahta geçmek için yeğeni III.Tuthaliya ?yı öldürmesi sebebiyle ?babasına kızan tanrıların onu ve ağabeyini cezalandırdıklarını düşünmüş ve bu korkuyla ünlü? ?Veba Duaları?nı yazmıştır.Hitit devrinde Anadolu´da hastalıklar ve diğer felaketler metafizik olay olarak değerlendirilir ,bir kısmı da Tanrıların ilahi iradesini belirten bir araç şeklinde algılanır.Bu sebeple ?felaketten kurtulmak ?için Tan-rılara dua edilir.
?Doğrudur,babanın günahı oğluna da geçer ,bana da babamın günahı geçti ?? ?Ama siz Tanrı-lar, benim beylerim? Babamdan genç Tuthaliya´nın öcünü aldınız. Babam genç Tuthaliya´nın kanı için öldü .Babamın etrafını tutan prensler ,beyler ,yüksek görevliler ve askerlerin tümü bu yüzden öldüler .Hatti ülkesi de bu yüzden darmadağın oldu? Bakın sizlere ,ey Tanrılar ,ey benim efendilerim ,sizlere ,ülkem için, ülkemi vebadan kurtarmak için kefaret kurbanları sunuyorum. Herkes ölünce size kimse kurban getirmez , bu acıları çekip çıkarın yüreğimden benim ruhumdan bu korkuları alın benim?
II. Murşili´nin veba duasında ?Hititlerin vebadan korkarak ona ?Gılgamış Destanın? da olduğu gibi bir kutsiyet katarak tanrılaştırdığı ve kefaret kurbanları adadıkları? görülür. Mezopotamya´da Tanrıların ihmali ya da kızdırılması gibi sebeplerde dolayı gönderildiğine inanılan hastalıklar ,kızgın Tanrı´nın öfkesini dindirme ,kötü ruhları kovma ve ilaçla tedavi edilirdi.Anadolu´da hakim olan Hititler devrinde ise salgın hastalıkların farklı bir bakış açısıyla değerlendirilir.Salgının sebebi olarak başka toplumlar gösterilir,?günah keçisi? kavramının ilk filizlendiği bu dönem ,Orta Çağ´da köklenir.Skolastik felsefenin hakim olduğu Orta Çağ Avrupa´sında yaşanan veba salgınları ,Eski Çağ´da yeşeren salgının sebebi olarak bir başkasını suçlama ve salgınların dini veya etnik farklılıklar göz önünde bulundurularak yarattığı felaket ortamında farklı toplumların veba salgını nedeni olarak katledilmesine sebep olur.1347 Yılında Avrupa Kıtasın da yaşanan veba salgını bu katliamları çok açık olarak ortaya koymaktadır.
Atina´da çıkan salgınla ilgili en önemli kaynak aynı zamanda hastalığa da olan Thukydides´dir. Bununla beraber Thukydides´in salgın konusunda vermiş olduğu bilgileri destekleyecek yeterli kaynak bulunmamaktadır. Her ne kadar Plutarkhos ve Diodoros eserlerinde Atina´da yaşanan salgına bir nebze değinmişlerse de muhtemelen onlar da Thukydides´in çalışmasını temel kaynak olarak kullanmışlardır. Thukydides, Atinada yaşanan salgına neden olan patojen hakkında önemli bilgiler vermiştir. Söz ko-nusu verilerden hareketle pek çok araştırmacı salgına sebep olan hastalığı tanımlamak için önemli çalışmalar yapmış olmalarına karşın hastalığın etkileri çok fazla analiz edilmemiş ya da var olan bilgiler eleştirel bir analize tabi tutulmadan doğru olarak kabul edilmiştir .Nihayet tarih tek bir anlatı değildir ;tam tersine binlerce çeşitli anlatıdan meydana gelir. Neyi anlatmayı seçersek bir diğerini sus-turmayı tercih ediyoruz. Tarihteki en önemli salgınlardan biri MÖ.431-404 yılları arasında Atina ile Sparta arasında meydana gelen Peleponesos Savaşın´da yaşanmıştır.Thukydides MÖ.430 tarihinde Atina´da ortaya çıkan salgın hastalığa neden olan patojen hakkında ayrıntlı açıklamalarda bulunur.Sal-gının Etiyopya kökenli olduğunu Mısır ,Libya ve Pers toprakları üzerinden Yunanistan´a ulaştığını ifade eder.Salgın Ege Dünyasında ilk olarak Lemnos´da (limni) görülmüş ve buradan Atina´ya ulaşmıştır.Thukydides´in salgın hastalığı ayrıntılı bir biçimde anlatmıştır;
?O sene ilk zamanlar herkesin sağlığı yerindeydi. Sadece işgalcilerin bir kısmı hastalanıyordu.
Genelde hiçbir belirti olmuyordu. İnsanlar sağlıklıyken birdenbire ateşleri çıkmaya başlıyor, gözleri yanıyor ,boğaz ve dilde kanlanma oluyor ,nefes alıp vermede düzensizlik yaşanıyor ağızda kötü bir koku oluyordu.Daha sonra göğüste şiddetli bir ağrı oluyordu. Bununla birlikte gelen öksürüğe mide-deki akıl almaz ağrılar takip ediyordu? Hastaların bir kısmı bundan sonra kusmaya başlıyordu .Yedi
veya dokuz gün içinde hastaların bir çoğu ölüyordu . Eğer bu kısmı atlatmayı başarırlarsa bu kez de hastalık bağırsaklara iniyordu. Ardından ishal başlıyor bu aşamada yaşamlarını kaybediyorlardı.Diğer taraftan Thukydides hastalığa yakalananların kuyuların etrafında toplandığını ve kendilerini kuyulara attıklarını ifade etmiştir.Bu durumda kurbanlar zincirleme olarak kuyuları kirletmiş olabilirler ki bu salgının hızla yayılmasına neden olmuştur.
Geçmişte insanlık tarihi adına yaşanan bunca salgın hastalıklar ve diğer afetleri yazıtlardan,kil tabletlerden veya başka yazılı ve sözlü kaynaklardan öğreniyoruz.Yaşadığımız dünya bu tür salgınlara tanıklık etmiştir ama insanoğlu ne kadar kayıp verirse versin hastalıkları aldığı önlemler ve geliştirdiği tedavi yöntemleriyle mutlaka yenmiştir ve bunları yazılı ve sözlü olarak bir üst kuşaklara aktar-mıştır.Zorlu bir süreçten geçerken bizlerde uzmanlar tarafından gerekli görülen önlemlere mutlaka uymalıyız ve kendimizin ve yakın çevremizin moral motivasyon olarak pozitif seviyede olmasını sağlamalıyız.Umarım ülkemiz ve diğer ülkeler bu salgın hastalığı en kısa sürede yenerler ve yaşa-mımız normale döner.