Her beden kuyusu içinde bir Yusuf vardır. Başka bir ifadeyle, her gönlün bir Yusuf´u vardır. İçinde Yusuf olan kuyu asla karanlık değildir. Akhisar da 560 seneden beri bağrında manevi bir Yusuf taşımaktadır. Akhisar´ın manevi bereketi hayli fazladır. Karaca Ahmet, Yiğit Ali, Mahmut Sultan, Seyyid Ahmet, Koca Bektaş, Seyyid Han (Sıdan) Dede gibi adı bilinen ve bilinmeyen daha nice Horasan erenlerini koynunda taşır kırk bohçaya sarılmış çeyiz gibi. Onun için Evliya Çelebi Akhisar´dan övgüyle bahsetmektedir.
1308 senesinde dağılan Anadolu Selçuklu Devleti´nden sonra, bu topraklar üzerinde birçok beylikler boy göstermeye başlamıştır. Saruhan Beyliği de bunlardan biridir.
Akhisar, 1315 tarihinde Saruhan Bey tarafından fethedilmiştir. Saruhan Bey bu bölgenin Türkleşmesi ve İslamlaşması için, İç Anadolu bölgesinden Selçuklu Türklerinden aileler getirip iskân etmiştir. Bu ailelerinin içinde Ejder sülalesinden Oruçoğlu Taşgun ailesi de vardır (Müderrisoğlu).
Saruhan Bey´in İç Anadolu bölgesinden getirdiği aileler ilk olarak, Akhisar´da ?Soğan Deresi? diye adlandırılan Akhisar-Sındırgı yolu güzergâhındaki köylere iskân edilmiştir. Sarılar, Başlamış, Kurtulmuş, Karaköy, Selçikli köyleri (mahalleleri) bunlardan bazılarıdır.
Taşgun, iyi bir tasavvuf eğitimi almış, oğlu İlyas Şucâ´nın da bu yönde ilerlemesi için çaba sarf etmiştir. 1447 tarihinde Akhisar´da doğan Şeyh İsa, işte bu İlyas Şuca´nın oğludur.
Şeyh İsa zamanının pek çok kısmını babasının yanında Hadis, Fıkıh, Arapça gibi dersleri dinleyerek geçirmiştir. Şeyh İsa, zekâsı ve tavırlarıyla dikkat çekmiş, zamanının Akhisar büyüklerinin sohbetlerine katılmıştır. Şeyh İsa, o dönemde Akhisar´da ileri seviyede eğitim veren bir eğitim kurumu olmadığı için Bursa´ya gitmiştir. Bursa´da eğitim gördüğü sırada babası vefat eden Şeyh İsa, Bursa´dan icazet almadan, birkaç arkadaşıyla birlikte Konya´ya gitmiştir. Orada bir müddet kaldıktan sonra önce Sivas, sonra Musul, Hemedan gibi şehirleri dolaşarak tekrar Bursa´ya gelmiş, bu defa icazet alarak 1470 senesinde Akhisar´a dönmüştür.
Elinden ve dilinden ziyade, hayallerinden çektiği bir sevgili gibi, babasının anlattığı tasavvuf büyüklerinin hayat hikâyelerini unutamayan Şeyh İsa, her ne kadar bilgili olup öğrenci yetiştirse de gün geçtikçe içinde yumak yumak büyüyen, tarif edemediği bir sıkıntı vardır. İçinde dumansız yanan aşk ateşi gittikçe hararetini arttırmış ve onu yakmaya başlamıştır.
Şeyh İsa, o tarihlerde Kula´ya, daha sonra Alaşehir´e bağlanmış olan Mandehorya Köyü´nde Carullah Efendi´nin oğlu Çelebi Muhammed´den yaklaşık üç sene tasavvuf dersleri almıştır. Şeyh İsa, içinde yanan aşk ateşinin hararetini dışına sızdırmaya başlayınca, hocası Çelebi Muhammed onu iyice olgunlaştırıp tekrar Akhisar´a göndermiştir. Artık o, sözü sohbeti dinlenen, aşk elinde yanmış ve yakmaya başlamış Hak ereni olmuştur. Ta ki Hacı Bayram Veli´nin damadı Eşrefoğlu Rumi ile karşılaşıncaya kadar.