ANTİK DÖNEM TİYATROLARI VE DİONSOS RİTÜELLERİ

ANTİK DÖNEM TİYATROLARI VE DİONSOS RİTÜELLERİ

Antik dönem tiyatro yapımında bir lokma ekmek için çalıştırılan ve çalışırken çoğunun hayatını kaybettiği kölelerin anısına?

Antik dönem tiyatro yapımında

bir lokma ekmek için çalıştırılan

ve çalışırken çoğunun hayatını kaybettiği  

kölelerin anısına?

Tiyatrolar antik kentleri gezerken belki de en çok etkilendiğim ve bende derin izleri olan yapılardır. Tiyatro, Batı Anadolu aydınlanmasının en önemli kilometre taşlarından biridir. Antik dönemden itibaren tiyatrolar adeta o kentin eğitim ve öğretim yeri olmuştur. Dönemin anlayışına göre tiyatrosuz kent olmazdı. Bir yerleşime kent denilebilmesi için resmî kurumların yanında pazaryeri, kent çeşmesi, tiyatrosu, gymnasium (spor yapılan okul), hamamından oluşan kent çekirdeğinin bulunması gerekliydi. Bu sayılanlar yoksa orası bir kent değil, bir yerleşim yeri olarak sayılıyordu. Özetle kent kültürünün oluşması için tiyatro öncelikli bir yapıydı. Antik dönem Anadolu´sunda günümüzdeki çoğu kentin aksine kentlerin önce planı yapılıp sonra inşaatına başlanıyordu. Tiyatronun alanı baştan seçilip planda yerini alıyordu.  Kent sorunun dışında, güneybatıya bakan yamaçlar tiyatro için en uygun alanlardı. Kent surunun dışında tiyatrolara yer seçilmesi, sur içindeki yapı alanlarının bir düşman kuşatması halinde zorunlu yapılara ayrılması gereksiniminin sonucu olabilir. Tiyatroların çoğunlukla güneybatıya bakan yamaçlarda inşa edilmeleri gün ışığından daha çok yararlanmak ve sert kuzey rüzgarlarından korunmak içindi. Günümüze ulaşmış tiyatroların çoğu Roma döneminden kalmadır. Romalılar kendilerinden önce yapılmış tiyatroları değiştirip yeni mühendislik bilgileri doğrultusunda onararak bazılarını büyüttüler.  Bu nedenle günümüze ulaşan tiyatrolar biraz Romalılaşmış tiyatrolardır.

Erken dönem tiyatroları üç yüz yıla yakın Ege bölgesinde etkin olmuş Helen dönemini de kapsar.  Bu dönem tiyatrolarını Roma dönemi tiyatrolarından ayıran en önemli özellik sahne binasının izleyici sıralarından kopuk ayrı bir yapı olmasıydı. Oturma sıraları 180 dereceden büyüktü ve izleyici sıralarının ucu sağdan ve soldan 20 derecelik fazladan bir açı yaparak sahne binasını içine alıyordu.  Bu özellik ayrı duran sahne binası nedeniyle sesin dağılması kaygısından ileri geliyordu. Erken dönem tiyatrolarında sahne binasının arkasında genelde hiçbir şeyin olmamasıdır.  Daha sonraki yıllarda Romalılar bu sorunu izleyici sıralarını 180 derece açı ile   yapıp ve sahne binası ile birleştirerek çözmüşlerdir.   Tiyatrolarda oturma sıralarının ses akustiğinin daha iyi sağlanması için 30 derecelik bir açı ile yapıldığı bilinmektedir.   Günümüzde  açık  hava tiyatro dinletilerinde ses üst sıralara ancak elektronik ses sistemleri sayesinde olabilmektedir. İlk çağ mühendisleri aynı tiyatrolarda, ses erişimini doğal yolla, doğal araçlar kullanarak çözmüşlerdir.  Romalı mimar Vitrivius tiyatroda sesin en üst sıraya erişmesi için bronz küplerin müzikteki Kanon 17 kuralına uygun olarak dizildiğini belirtir. Küpler dairesel orta yolun kenarındaki destek duvarının içine konuyordu. Her biri aynı tınıya sahip bu küpler sesin yukarıya ulaşmasını sağlıyordu.  Bu düzenek sesin girişim yaparak boğulmasını gösterinin sağır bir tiyatro olmasını önleyen olağanüstü bir matematik hesaba dayanıyordu.  Sesin üst sıralara kadar bronz küplerle aktarılması eyleminde ilk çağ mühendislerini anlayabilmek için sudaki dalga oluşumuna yakından bakmak açıklamamızı kolaylaştıracaktır.   Bir havuza atılan cisimle oluşan dalganın önüne çıkan engele kadar aynı dalga boyuyla sürdüğünü gözlemleyebiliriz.  İşte bu deney benzeri olay tiyatro içinde oluyordu.  Dalgalar su yerine havada yayılıyor, sahneden yayılan bir ses dalgası orta yoldaki küpe geldiğinde, küp odaklı   ses olarak yeni dalgalarla yukarı iletiliyordu.              

Bilimin gelişmesi   Sümerler´de, Mısır?da gerçekleşmesine karşın tiyatro gibi kitle eğitim aracı neden oralarda kurulmadı? İmparatorluk sınırları Hindistan sınırından Ege kıyılarına Mısır´a kadar uzanan dünyanın hâkimi persler neden tiyatro yapmadılar? Neden ilk tiyatrolar Batı Anadolu liman kentlerinde, Ege kültüründe ortaya çıktı?  Bu sorunun akla yatkın en güzel yanıtı demokrasidir.  Kent devletçiklerinde göreceli demokrasi fikri köle olmayan yurttaşlar arasında yayıldıkça kentlilik kültürüne sahip birkaç bin kişinin birlikte oturup etkinlik izleyeceği tiyatro ortamı gelişti. Henüz demokrasinin şekillenmediği,  ancak tiyatro için gerekli bilgilere kaynaklık eden ne Mısır ne de Mezopotamya ?da tiyatro ortaya çıkamadı.  Bu uygarlıklarda tanrının yeryüzü temsilcisi sayılan yüzünü ancak seçkin yöneticilerin görebildiği imparatorların halkıyla birlikte tiyatroda oturmaları düşünülemezdi.  Ancak küçük kent devletlerinin yurttaşlarına tanıdığı demokrasi ortamında seçkinler bölümünde yöneticiler yerlerini alırken tiyatroda binlerce kişi yan yana aynı sıralarda beraber oturup etkinliklere katılabiliyordu.  Bunun için tiyatro yapıları eşitlerin aynı sıraları paylaştığı demokratik kent yönetimlerinde filizlendi.

Tiyatroların dinsel gösteriden izleyicili seyirliğe dönüşmesinde Antikçağ´daki halkın eğitimi ile sosyal iletişim gereksinimi de önemli yer tutar ?Neden bu kentte tiyatroya gereksinim duyuldu? sorusunun birçok yanıtı varsa da halkın toplu eğitimindeki etkisi, onu her kentte baş köşeye yerleştirdi. İlkçağda okuma yazma oranının yok denecek kadar az olduğunu düşünürsek, tiyatronun izleyiciye görsel, işitsel yolla eğitim verişini kavramamız kolay olur. Orta çağ´da matbaanın icadı kitle eğitimi için ne kadar önemli ise, seyircili tiyatronun keşfi de ilkçağda o kadar önemliydi. Bu dönemde sınırlı el yazması kitaplarla ve az sayıdaki okullarda kısıtlı eğitim bir yana halk için eğitim yoktu. Okuma yazması olmayan kitleler için görsel yolla eğitim önem kazanıyor tiyatro bu gereksinimi büyük ölçüde karşılıyordu.

İnsanoğlu inancı uğruna büyük yapılara imza atmıştır.  İnanç biçimleri değişse de inancın görkemli yapıları bu coğrafyada hep süregeldi. Bu yapılara ilkçağda Efes Artemis tapınağı, Hıristiyanlık döneminde Ayasofya, Müslümanlık döneminde ise Süleymaniye ve Selimiye ile devam edildi. Başlangıcı bir Dionysos inancına dayanıp daha sonra gladyatör dövüşleri için kullanılan tiyatrolar yapısal olarak devamlı değişim ve büyüme içinde olmuşlardır. Dionysos´a tapınma törenleri tiyatronun atası sayılırken ona koruyucu tanrısı denmişti.  Tiyatroların yanında genellikle bir Dionysos tapınağı vardı.

Yunan tanrılar panteonun en gizemli tanrısıdır Dionysos. Mitolojiye göre Dionysos Semele ile Zeus´un oğludur. Semele Zeus´un âşık olduğu kadınların en talihsizidir. Tanrı Zeus Semele´ye öyle tutulur ki onun her istediğini yerine getireceğine kutsal ırmak styks üzerine yemin eder. Bu ilişkiyi haber alan Zeus´un eşi Hera Semele´nin dadısı kılığına girer ve onu Zeus´u gök tanrısı sıfatıyla görmesi konusunda ikna eder. Ettiği yemin üzerine Zeus yıldırım ve şimşekleri ile görünür ve Semele yakıcı ısıya ve ışığa dayanamayarak ölür. Semele´nin karnında ki yedi aylık bebeği alan Zeus onu baldırını yararak oraya koyup dikmiş ve zamanı gelince doğan Dionysos´u Hermes´e vermiştir.  Hermes küçük Dinysos´u büyütmeleri için Orkhamenos kralı Anthamas ile Semele´nin kız kardeşi İno´ya vermiştir. Bebeğin Hera´nın hışmına uğramaması için ona kız giysileri giydirmelerini söylemiştir. Ne var ki Hera bu oyuna gelmemiş ve Anthamas ve İno´yu delirtmiştir. Daha sonra Hermes  Dionysos´u Nysa  (Sultanhisar-Aydın )vadisinde ki Nymphelere bakmaları için götürmüştür .  Hera´nın zarar vermemesi için Zeus Dionysos´u bir oğlağa dönüştürmüştür.   Bu olay Dionysos´un ritüel sıfatı olan ?oğlak? sıfatını açıklamakta ve Nysa adıyla da Dionysos adının bir etimilojisini vermektedir. Dionysos iki kere doğan anlamına gelmektedir. Euripides´in efsanesinde asıl kaynağı ayrıntılı olarak işlenmiş ve Dionysos´un bir Lidya _Frigya tanrısı olduğu belirtilmiştir. Bakhalar korosnun ilk sözü olan ?Ben Lidya´nın altın ovalarından geliyorum vatanım Lidya´dır? deyimi tanrının kendini tanıtmasına uygundur.

Dionysos´un bütün hastalıkları iyileştiren bir kadehi (kantharos ) vardı. O kadehten içki içen korkuyu unutur cesaretlenirdi. İnsanlar bundan dolayı şarap tanrısını diğer tanrılardan daha çok sevmişlerdir.  Ama ona tapanlar arasında hiç içki içmeyenlerde vardı.  Çünkü Dionysos içki yoluyla değil esin yoluyla da özgürlüğü kabul ederdi.  Dionysos törenleri insanlara yalnız mutluluk içinde yaşamayı değil iyi bir umutla ölmeyi de öğretmiştir. Dionysos tiyatrosunda komedilerde oynanırdı ama trajediler daha fazlaydı.  Mitolojide her olay gibi buda bir nedene dayanmaktadır. Dionysos´da Demeter gibi acı çeken bir ölümsüzdü ancak acısı doğrudan kendinden kaynaklanmaktaydı.   Asma meyve veren diğer ağaçlardan çok farklıdır. Hepsinden çok budanır ve kışın yapraksız, çıplak ve eğri büğrüdür. Dionysos Persephone gibi kış gelince ölürdü. Aylar geçer yeniden canlanır ve yeniden ölürdü. Tiyatrosunda onun yeniden hayata dönüşünü kutlarken öleceğini de unutmazlar, o yüzden tragedyalar oynanırdı.  Dionysos bu yanıyla ölümün bir son olmadığını gösterirdi.  Ona inanlar ölümün ötesinde bir hayatın olduğunu bilirlerdi.  Şarap tanrısı dirilen bir ölü değil, ölen bir diriydi. Dionysos´un simgelediği güç  doğanın kendisi değil,  insanla doğa arasındaki bir ilişki, insanı doğanın sırlarına erdiren büyülü bir güçtür.  Doğanın sırlarına ermek, yani tanrılaşmak insanoğlunun ulaşmayı istediği bir aşamadır. Dionysos bu aşamanın yolunu herkese açar. Bu yol şarap ve sarhoşluktur.  İnsan yaratıcılığının kökeninde bulunan gücü, şarabı elde ettikten sonra kazanmıştır.

Gelin ilk şarabın nasıl oluştuğunu büyük üstat Homeros´tan alıntı olarak aktarayım; ?Bir zamanlar verimli Olympos ürünü cennetten düştü ve bağbozomu meyvesi kayalar arasında kendiliğinden yetişti. Dionysos şarabın iksirini üretti. Henüz asma olarak adalandırılmamıştı; ancak yabani ve gür çalılar arasında şarap üretimi için iyi şarap maddesine sahip, meyveleri olgun ve sulu bir bitki yetişmekteydi. Salkım salkım üzümleri asılı durduğu ve karışık şekilde kızardığı diziler halinde yetişen büyük bir bağ vardı. Bir kısmı, meyvenin üzerinde farklı mor renkte gelişimini kısmen tamamlarken, diğer kısmı köpük gibi beyaz benekli, bir yanında altın renkli ve diğerleri ise tıpkı zift gibi koyu renkli ve yakınlarında yetişen ve meyveleriyle tüm zeytinleri sarhoş etmişti, şarap döken yapraklar toplu halde olgunlaşırdı.  Diğerleri gümüşi beyazdı; ancak yeni olgunlaşan ve hızlanan karanlık bir sis, salkımlara ham meyvelere nüfuz eder. Meyvenin bol olması, dal yığınıyla korunaklı gelişimini gölgeleyerek karşısında duran çam ağacını süslemiş ve Satyr´in (Kır tanrısı) gönlünü hoş etmişti; Boreas´ın (Kuzey rüzgârı) savurduğu çam, üzüm salkımlarının yakınlarına dallar getirmekte, sarhoş olmuş ıtırlı yapraklarını sallamaktaydı. Bir yılan kıvrılan omurgasını ağaca dolamıştı ve meyveden damlayan nektardan bir yudum aldı; korkunç çenesiyle içkisini emdiğinde üzüm yuduma döndü ve yılanın sakalını mor damlalara boyayarak boğazından süzüldü. Yılanı ve kenarından şarap damlayan çenesini görünce tepeden bakan tanrı çok şaşırdı. Dionysos yılanın daha önce kahin Rhea?nın bahsettiği bir kehanet olduğunu düşündü. Kayada çapasının keskin dişleriyle taşta keskin bir oyuk açtı. Derinleşen çukurun kenarlarını düzleştirdi ve üzüm cenderesi gibi bir oyuk açtı; sonra kıvrık kenarlı keskin asasını orak şekline getirerek yeni olgunlaşmış üzümleri topladı. Bir grup Satyr onunlaydı; biri salkımları toplamak için eğilirken, bir diğeri üzümler koparıldığında onlar boş bir kaba koyuyordu, bir başkası yaprak yığınlarını dolgun meyvelerden uzaklaştırıp, temizliyordu.  O sırada Dionysos üzümleri kazdığı çukura koydu, ilk olarak üzümleri çukurun ortasına yığdı . Sonra harman yerindeki buğday yığınları gibi üzümleri yan yana çukurun tamamına yaydı. Tümünü oyulan çukura koyup, çukuru ağzına kadar doldurduğunda dans adımlarıyla üzümleri çiğnedi. Satyr´ler de saçlarını rüzgâra delice savurarak, Dionysos´tan nasıl çiğnemeleri gerektiğini öğrendiler. Yavru geyiklerin benekli postlarını omuz üstünden sertçe çektiler, pek çok ayak vuruşuyla meyveleri ezip Dionysos´un dilden dile dolaşan şarkısını söylediler. Üzümle dolu çukurda şarap fışkırıyordu, dereler morarmıştı. Meyveye her basışında beyaz köpüklü kırmızı özsuyu çıkıyordu. Bu öz suyunu öküz boynuzlarıyla aldılar ve içtiler?

Dionysos, temelde asmanın da bir tür ağaç olduğunu düşünürsek, bir ağaç- bitki tanrısıdır. Budanmış bağ kütüğünün kendisi çoğu kez Dionysos olarak kişileştiridi.  Asmanın canlanması, ürünün olgunlaşması, toplanması, şarap için ezilmesi, suyunun çıkarılması ve sonunda şarabın olgunlaşması Dionysos söylencelerinde simgelenir. Toprak Gök´ten (Zeus´tan ) gebe kalır. Su yürümeye başladıktan sonra asma canlanır filizlenir ve üzüm salkımları kendini göstermeye başlar. Yaz gelince Zeus toprağı yakmaya başlar ve toprağın başlattığı işi gök tamamlar.  Çiğler ve bulutlar asmayı besler. Üzüm salkımının koparılmasıyla Dionysos tanrı bir dizi eziyetle (parçalanır, ayaklar altında ezilir,küplerde hapsedilir). Bu işkenceler Dinysos´u öldürmüyor, ama yepyeni bir gelişmeyle mayalıyor ve şarap olarak yaşama geri döndürüyor ve gücü artıyor.  Şarap olduktan sonra insanların damarlarına geçerek onları esrikleştiriyor, özgürleştiriyor son kerteye kadar ruh ve beden güçlerini coşturuyor. Böylelikle Dionysos, özünü insanlara sunabilmek için, yaşamın sırlarını açabilmek için ve coşkunlukla özgürleştirebilmek için bu işkencelere katlanıyor.

Dionysosçular şarapla sarhoş olmayı doğayla bütünleşip rahatlamanın bir aracı olarak görüyorlardı. Bu inancın içinde, Bin tanrılı Hititler´in şarap tanrısının izlerini sürmemiz olasıdır. Dionysos´un Doğu kökenli bir tanrı olarak Hitit tanrılarından etkilenmemesi düşünülemez. Kaya kabartmalarındaki elinde üzüm salkımı tutan Hitit betimlemeleri belleklerimize yer etmiştir.  Sarhoş olup doğayla bütünleşen, kendilerini doğanın, tanrının bir parçası olarak gören tasavvufçularda ya da Bektaşiliğin sır bekçilerinde görebiliriz. Dionysos özgürlüğün ve gem vurulamazlığın tanrısı olmakla öteki tanrılardan ayrılmaktadır. Latince ?Gerçek şarapta gizlidir ? sözü günümüze kadar ulaşmıştır. Üzüm bağlarının yetiştiği her yerde bu inanç etkindi Başlangıç döneminde toplu dinsel törenle tapınma anında izleyici yoktu. Yukarıda belirttiğim gibi herkes gösteri eyleminin parçasıydı. Dionysos ?un öyküsünü canlandıranlarla onları izleyenlerin ayrımı sonra ki yüzyıllarda ortaya çıkmıştı. İzleyicilerle göstericilerin ayrılması ileriki dönemlerde doğan izleyicili tiyatroların kökeniydi.

 Bu yazımda tiyatroların oluşumu, tiyatroların tanrısı kabul edilen Dionysos kültünün ve ritüellerinin neler olduğu ile ilgili dilimin döndüğünce, kalemim yazdığınca siz değerli okuyucularıma bilgiler vermeye çalıştım. 

Bugün; antik kentleri gezdiğimizde bana en çok tiyatroları anlattıran fakat Tlos (Fethiye ?Likya) antik kentini gezerken tiyatroyu anlatmadım diye bana kızan arkadaşımın doğum günü.   Siz değerli okuyucularının affına sığınarak bu yazımı doğum gününü kutlamak  için  arkadaşıma armağan etmek istiyorum  ve bundan sonraki yaşamının tiyatro güzelliğinde olmasını diliyorum. Bu vesile ile bugün doğan siz değerli okuyucularımın da doğum günlerini kutluyorum. Anlayışınız için teşekkür ederim.                    

                                                                                                                                                    ÖNER KAYA

KAYNAKÇA

1-YAŞAR YILMAZ ?ANADOLU ANTİK TİYATROLARI

2-BÜLENT AKGEZER- DİNYSOS ÖZGÜRLÜĞÜN ŞARKISI


Haber Kaynak : haber merkezi


YEŞİL GÜBRELEME ÇİFTÇİ VE DOĞA DOSTU

ATLI TERAPİ VE REHABİLİTASYON PROJESİ ÖZEL ÇOCUKLARDAN TAM NOT ALDI

CHP İLÇE DANIŞMA KURULU TOPLANTISI YAPILDI

BAŞKAN DUTLULU, AKHİSARLI MUHTARLARLA BULUŞTU

MESİR TİCARET FUARI KAPILARINI 30. KEZ AÇTI

YENİ ÜCRET TARİFESİNİN UYGULANMASI İÇİN TÜM SİSTEMLERDE GÜNCELLEME YAPILACAK

METEOROLOJİ UYARDI; “TOZ TAŞINIMI BEKLENİYOR”