GÜNDEM

GÜNDEM Haberleri

ATALARIMIZDAKİ İNCELİĞE BAKIN!

ATALARIMIZDAKİ İNCELİĞE BAKIN!

Büyükşehir yaşantısı, site kültürü, beton yığınları, eksoz kirliliği ve plaza hayatı gibi yapay ortamlar, insan sağlığını olduğu kadar insan ilişkilerini ve davranışlarını da etkiledi.

Büyüklerimizden dinlediklerimiz, onların hayatlarından okuduklarımız sayesinde atalarımızın yaşarken daha naif ilişkiler kurduklarını öğreniyoruz. Ne yazık ki iletişim çağı dediğimiz bu asırda insan ilişkilerinde bu incelikleri göremiyoruz, hissedemiyoruz.

Edep, konuştuğun zaman dilini korumak, yalnız kaldığın zaman kalbini korumak, dışarıya çıktığın zaman gözünü korumak, yediğin zaman boğazını korumak, uzattığın zaman elini korumak, yürüdüğün zaman ayağını korumak ve bütün işlerinde vaktini korumaktır.

Atalarımız güzel ahlakı yaşayarak asırlarca dünyaya örnek oldular.  Biz, büyüklerimizi anlatırken: “Osmanlı terbiyesi görmüş, Osmanlı Beyefendisi ya da tam bir Osmanlı Kadını” diye onun terbiyesini överiz. Onlardan öğreneceğimiz çok şey olduğunun farkındayız.

Örnek aldığımız Osmanlı medeniyeti; altı asrı üç kıtada kucaklayan, aklıselim, kalbi selim, zevk-i selim sacayağı üzerine oturmuş bir denge medeniyetiydi. Onlar giyim, kuşam, yeme, içme, aile, mahalle ve şehir hayatıyla, insana saygı saygının zirve örneklerini gösterdiler. Osmanlı’nın aile, mahalle ve şehir hayatı, hoş bir özlemin ötesinde, insana insan olmanın zevkini ve keyfini doyasıya yaşatan bir güzellikler hazinesiydi.

Osmanlı Devleti’nin uzun ömürlü oluşu, toplumun huzur ve barışıyla doğrudan irtibatlıydı. Bu sırları keşfetmek gerekir. İnsana saygı medeniyeti de diyebileceğimiz, Atalarımızın aile, toplum ve mahalle hayatındaki güzelliklerden küçük bir demet sunarak, bugün neleri kaybettiğimizi daha iyi anlayabilir ve hiç olmazsa elimizde kalanları muhafaza adına bir gayret uyandırabiliriz.

Osmanlı’da aile genişti. Çocukların İslâm ahlâkıyla terbiye edilmesine, geleneklerimize ve manevî birikimlerimize göre yetiştirilmesine çalışılırdı. Bu geniş ailelerde, Kur’ân-ı Kerîm okuyan dedeler, Hz. Ali’nin cenklerini anlatan nineler, göz nuruyla hat çoğaltan amca ve dayılar, zarafet ve nezâketin timsali teyze ve halalar, çocuklara güzel örnek olurlardı. Yaşlılarla gençler aynı evlerde birlikte yaşarlar, çocuklar yaşlı ve tecrübeli büyüklerin yanında büyür, yaşlıların huzurevlerine terk edilmesi bir şey asla söz konusu olmazdı.

Meşhur Avrupalı gezgin Guer, bizim insanımızın edeb ve nezaketini şöyle anlatıyor: “Türklerin pek mükemmel muâşeret (insanlar arası iyi münasebet) usûlleri vardır. Birbirleriyle karşılaştıklarında sağ ellerini göğüslerine götürmek suretiyle selâmlaşırlar.” 

Osmanlı topraklarında dokuz yıl kalan Fransız gezgin Brayer ise şunları söylüyor: “Türk halkının üstü başı çok temizdir. Hâl ve tavırlarında büyük bir asâlet, yüzlerinde tatlı bir sükûnet ve nezâket vardır! Konuştukları dil tatlı ve âhenklidir! Sohbet edenlerin ifâdeleri vecîz (kısa, öz, derli toplu), telâffuzları temizdir! Tebessümlerinde incelik, el hareketlerinde zerâfet ve sâdelik vardır. Bir kaçı aynı anda konuşmaz, biri konuşur, diğerleri dikkatle dinler. Konuşan, sözünü kısa tutar. Birbirlerine karşı hürmetsizlik etmezler. Edebe aykırı söz söylemez, lâubâlî tavırlar sergilemezler. Yaşlı ve büyüklere karşı hürmetle onların hakkına riâyet, hayâl edilemeyecek bir nezâket içindedir. Kimse kimsenin sözünü kesmez, kimse kimseyi aşağılamaz, asla hakaret etmez” diyerek gördüklerini net bir şekilde dile getiriyordu.

Kapıların iç kısmında “kapılar açan, zorlukları gideren, kalplere ferahlık veren” anlamına gelen “Ya Fettah”, kapının dışında ise “Allah korusun” anlamında “Ya Hafız” levhaları asılıydı… Bazı evlerin kapı tokmağında ‘Ya Fettah’ yazılıydı. Bu bütün kapalı kapıları açan ve sıkıntıları gideren anlamına geliyordu. Akşam eve sıkıntılı gelen bir baba kapıda bu yazıyı okuyunca belki de biraz rahatlıyor ve sıkıntıları giderilebiliyordu.

Hayat geçiciydi ve yüzyıllar boyu kendilerini evlerin sahibi değil birer emanetçisi olarak görürlerdi. “Bu ev senin mi?” sorusuna “emanetçiyiz” diye cevap verirlerdi. Evlerin duvarlarına ‘Ya Malikül Mülk’ yazarlardı, ‘Ey Allah'ım bütün mülk senindir. Ben kapının bir kölesiyim, her şey senden benim aslında hiç bir şeyim yok’ manasına gelirdi

Osmanlı insanları, kurduğu vakıflarla sadece insanları değil, hayvanları da düşünmüştür. Kuşlar için kurulan vakıflar özel izlenimler sonucunda oluşturulmuştur. Uçuş rotalarında yaralanıp düşmeleri halinde onların tedavisini yaparak sürüsüne yetiştirmek üzere çalışmalar yapan Göçmen Kuşlar Vakfı, kışın kar ve buzdan yerlerde yiyecek bulamayan kuşların ölmemesi için buz ve kar üzerine yiyecek bırakan Darı Vakfı gibi vakıflar kurulmuştur.

Yolların üzerinde vakıflar tarafından kurulan yolcu konaklarında yolculara bir misafir gibi davranılır. Yolcuların atına ücretsiz bakılır, ücretsiz üç gün yemek verilirdi. Onlar da ihtiyaçlarının dışında bir kuruş fazla almazlardı.

Sadaka taşları taş bloklardan oluşan, genellikle cami veya türbe köşelerinde bulunan, ortası çukur, bir buçuk-iki cm yüksekliğinde taşlardı. Bu taşlar Osmanlı’da sosyal dayanışmanın bir parçasıydı ve fakirlerin umut kapısıydı. Fakirler dilenmekten, zengin riya ve gösterişten çekindiği için sadakalarını bu taşlara koyar, fakir de gece vakti gelip ihtiyacı kadarını buradan alıp, geriye kalanını kendisi gibi bir başka fakire bırakırdı.

Ramazan ayına özel uygulanan örnek geleneklerde yok değil. Ramazan öncesinde yoğun sadaka verilir, fakir fukaranın Ramazan alışverişi yapması sağlanırdı. Her zenginin, yaşadığı mahallede birkaç fakir ailesi vardı: Zenginler kendi aileleri dışında bu ailelerin ihtiyaçlarıyla da ilgilenir, çocuklarına kendi çocukları gibi bakarlardı. Ramazanlar muhteşem geçerdi. Mahalle imamı ile ihtiyarlar heyeti önceden tespit ettikleri fakir-fukara için esnaftan erzak toplar, bunlar ihtiyaç sahiplerine dağıtılırdı. Ramazan ayında avlu kapılar iftar vaktinde asla kapalı tutulmazdı. Avlu kapıyı kapatmak ayıp sayılırdı.

Mesela zimem defteri , fakirlerin bakkala ve esnafa olan borçlarının kayıtlı olduğu defterler yani veresiye defterleri zenginler tarafından ödenirdi. Zenginler, hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav gibi dükkanlara girerek onlardan zimem defterini ister ve ya tamamını ya da baştan, sondan ve ortadan rastgele sayfalar kopararak “Silin borçlarını. Allah kabul etsin” derlerdi. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu, borcu sildiren de kimin borcunu ödediğini bilmezdi.

Kimsenin yüksek sesle konuşmadığı, huzur ve sükûnun hâkim olduğu bu evlerde; edep, cömertlik, âdeta gözle görülürdü. Bunların çoğu tasavvuf terbiyesinin evlere nakış nakış işlenmesiydi. Akşamları huzur sohbetleri yapılırdı, Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerifler okunurdu. Hele Ramazan ayında evler sanki birer cennet köşesiydi.

Hanımlar eşlerine: “Efendi” ya da “siz” derlerdi. Ya da Ahmet Bey, Mehmet Bey diye hitap ederlerdi. Beyler de eşlerinden Ayşe Hanım, Fatma Hanım diye bahseder ya da hitap ederlerdi. Gezerken yere yumuşak basılır, ses çıkarmamaya çalışılırdı. Yerdeki haşerata basmamaya özen gösterdiği için, adı “Karınca Ezmez Efendi” ye çıkan insanlar vardı.

Atalarımız o kadar nazikti ve kelimeleri öylesine bir özen ve dikkatle seçerdi ki, “yakma” filinin (yürek yangını, ev yangını, orman yangını gibi) kötü çağrışımlarına meydan vermemek için “ocağı yak”,“Işığı yak” yerine, “Ocağı uyandır”, “Işığı uyandır” demeyi tercih ederdi. “Ocak sönmesi” olumsuz bulunduğundan, “Ocağı söndür” yerine “Ocağı dinlendir” demeyi tercih ederlerdi. Aynı şekilde, “Lambayı söndür” denmez, “Lambayı dinlendir” denirdi.

Atalarımız “Edeb Ya Hu!” derlerdi, Allah’ı görüyor gibi yaşamaya çalışırlardı. “Bizi takip eden, her halimizi perdesiz, engelsiz gören, şu anda bizim durumumuza bakan Allah var!” mânâsını hatırlatmak için her yere “Edeb Ya Hu!” yazarlardı.

Adam diyor ki; “Çinliler uzaydan bile görünen Çin Seddi’ni yapmışlar. Osmanlı uzaydan görünen hangi eseri yaptı? Ey gafil adam “Bizim atamız sadaka taşını, kuş evlerini, leylek hastanelerini, imarethaneleri yaptı. Bizim atalarımız kaba saba İşler değil, ince ve ibretlik şeyler yaptı” Biraz ince düşünürsen anlarsın!                                                                                       


Haber Kaynak : haber merkezi


AKHİSARLI BİSİKLETÇİLER ALHATOĞLU’NU ZİYARET ETTİ

DENİZ GEZMİŞ, HÜSEYİN İNAN VE YUSUF ASLAN ANILDI

TRAFİK HAFTASI ETKİNLİKLERİ DEVAM EDİYOR

AKHİSAR'DA 45 HAFIZ İCAZET ALDI

"BİR KİTAP BİN GELECEK"

BÜYÜKŞEHİR’DEN KİRAZ ÜRETİCİSİNE BÜYÜK DESTEK

VEKALETLE KURBAN KESİMİ BEDELİ BELLİ OLDU